Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yarın galiba...

Silkelenmiş pervasızlıklar üzerimden. Issızlığın ortasında bir çoban ateşi, cılız, sönmek üzere. İzliyorum uzaktan, kırmızının tenlerde yarattığı yırtık, kevaşe hıçkırıkların bunalttığı didişmeleri. Yılkı yalnızlığı tadında, ısmarlama gülüşmeler. Avuçlarında sıktığın dikenin direngen çırpınmaları, seni kanatma çabaları. Güdüme aldanmış, dirayetsizliğe kilitlenmiş bezdirmeler. Renklerden ''sarı'' bugün. Ne çabuk geçiyor günler, renkten renge, anlıyor musun? Bu hızı kavrıyor musun? Bilemedin mi? Gelme. Renklerden dün için turuncuyu seçtim. Yanakları bal rengi, gözleri gökyüzü. Kavilleşmiş bugün ''kaypaklık'' ile ''mertlik'' duydun mu iki göz arası mesafede? Duymadın mı? Nicedir barışmışlar, bilemedin mi? Üzül. Sırrını bir başka sırra mı emanet ettin? Açmaz içerisinde açmaz, hırpanilik var bedende taşınır mı? Taşınmaz. Kocamış yarandan kan bile sızmazken dert mi edindin bunu? Yamalı, kangren iniltiler mi yedi bitirdi seni? Bitme. Bugün re

Dilerim ki...

Üşengeç sonbahar filizleniyor umarsız yollarda ve yollar kapalı her yöne istesen de istemesen de. Sisli, puslu akşamlar, hasret bir damla güneşe. Kuzeyden kararıyor hava, yağmur tadı var gökyüzünde. Gelincik tarlası darmadağın olacak birazdan, nümayiş telaşı dört bir yanda. Hüzün yüzleri gölgeliyor, ısrarlı. Kopacak birazdan sanki kıyamet, gökyüzü allak bullak. Bir kızıllık kesiyor dört bir yanı bir ateş sarısı. Yol derinden akıyor anılara, geçmişe. Her adımda yürek daralıyor, kan akmıyor, tıkanıyor damarlarda. Ağla hadi, boşalsın göz pınarların, tek bir damla kalmasın beddua yüklü bakışlarda. Öylece, kalakalmış hınzır köpürmeler. Yosun bağlamış rüyalarda zehir uzatan ellerine dokunamamayı bile dert edinmeyi paye biçtim kendime. Niran sarmışken dört bir yanı, deva dilenmem kimseden bilesin. Haber gelecek, ulak yolda, peşinde inkarlar, hınçlar, arzular, nihayetler… Sevda bir hurafe mi milyon yılları kaplayan, bölük pörçük? Bir yalanın, kalplerinin kendilerine oynadığı oyunun peşinde koş

Affına sığınıyorum

Efsun basmış, olası felaketlerin gölgesinde tükenen günlerim. Yine kesif bir yalnızlığın kokusu burnumda. Ayaklarıma dolanan mertliğimden geriye kırıntı bırakmayan sıkılgan dakikalarım. ''Git'' demesi kolay duygusuzluk patikalarında şahlanan cesaretim şimdilerde bir incir ağacının dibinde insaf dileniyor dilsiz bakışlardan. Konuşmuyor geceler, gündüzler acımasız. Duvarlara anlatılan hikayelerin sonu gelmiyor, mutlu son mu? Yok. Koskoca bir şehir keyfe keder imkansızlıklara hazır ola durmuş adeta. Tesadüflerin birbiriyle yarıştığı, kimi zaman depreşen, kan kırmızıya kesmiş avunmalar. Dipten gelen savrulmaların esaretinin simgesi oldu kendime yakınmalarım. Unutuyorum yavaş yavaş aşkla bakan bir çift gözün sıcağında erimeyi. Parmaklarımın ucundan sızan kederlerim bile şikayetçi yalnızlığımdan. Umutlarım bile yitirmişken benden umudunu, sızılarımdan çatlamış odamın duvarı. Delirmişlik hali ne zaman son bulur gönlümün? Gözlerim reddediyor ağlamayı bu gece. Ciğerim küflendi

''Olmaz''

Birkaç zamandır seni düşünüyorum. Sen sarışın bir yağmursun çorak iklimimde. Yağ yağabildiğin kadar belki güzel bir beyaz şakayık açar gözlerimde. Bir bakış mesafesinde gelip, bir iç çekişi arasında gidişin. Kuru ekmeğime sen azık oldun duru sudan sonra. Bir cümleye mahkum ettin, bende kelimeler tükendi. Katli vacip inkarlarımın, lime lime edilesi inatçılığımın önüne dikilmesini izliyorum uzaktan. Yazılarla dokunabilmek kalplere. Paha biçilmez binbir duyuşun ardında gizlenen onca kavrayışın titrettiği hayaller. Eylem zamanı geldiğinde yeniden sürekli yeniden geri çekilen cesaret. ''Olmaz'' olasılığının üstü üste yaşadığı gergin zaferler. Yenilginin sarhoşluğuna kapılan, asr-ı yalnızlığın, tekamül edişine çaresizce şahit olmak. Bir devrim yaratabilmek ya da dünyayı indirebilmek Atlas’ın sırtından, sıkıntılı… Saflığa indirgenememiş, durulmamış, çalkantılı bu hayatı pas geçmek, ne zor… Birbirine kenetlenmiş kinlerin, küfürbaz gülüşlerin arasında bir yol var mı? Sen misin?

Masandaydı

Esrik kabahatların alabildiğince koşuşturduğu kalbine kızgınım. Dinmez pervasızlıkların ve tükenmez pişmanlıkların eritip, tükettiği saflığına inanmak ne kadar zor. Zarif kıskançlıklar içerisinde dönüp dolaşan, hiç yolunu bulamayan kayıp duygular… Sen ne kadar inkar etsen de hala beni arayan gözlerin. Yüzünden eksilen parıltıyı özlüyorum. Ne kadar kusursuzdun, bense ne kadar hayran. En hırçın geceler kadar siyah saçlara eşlik eden kara gözler. ''Benimsin''… Sonra bir arabanın camından batarken, dertleri de alıp götüren güneş. Hani sen fotoğrafını çekmiştin, masandaydı… Bir daha batmadı güneş hep asılı kaldı o anda inan. Üzgünüm… En sırlı, gizli duyguları başkalarına ifşa ederken sen, kızmadım. Duygularına hürmetten başka bir suçum yok bilesin. Umarsızca saçıp savurduğun benliğinin arkasından gözyaşı döküyor musun? Büyüsü bozulmuş gözlerine anlam yüklemeye çalışmak yordu belki beni. Sen benim el değmemiş, üzerine tek çiğ damlası düşmemiş topraklarımdın. Sanmıştım ki yüz

Kalmadı

Sessiz kalmanın bedelini ödüyor kalbim, Yoksullaşan naifliğinin kahrı öldürüyor, Seninle başını yerden kaldıran gururum, Gidişinle yas tutuyor. Saniyeler paslanıyor, dakikalar çürüdü. Kimsesizlik içimi oyuyor adeta, Sokaklar da sahip çıkmıyor artık bana Herkes, herşey terk etti, Sığınılabilecek sıcak bir bakış kalmadı bu kentte Kalmadı…

Bu sonbahar böyle oldu...

Yolu yürüdüm bitti yine, menzile vardım. Yine kayboluş, yeni başlangıçlar. Duygularım tükendi, kalem kağıda varmıyor nice zamandır. Yazılmışların arasında kendime yeni bir yol arıyorum. Eskisi gibi yardım etmiyor kadim dostlarım yalnızlık ve ayrılıklar. Samimi gülümsemelerden yana yaşadığım mahrumiyet… Ne zaman bitecek? Şefkatsiz bir sonbahar yaşıyorum, göçmen sızlanmalar arasında. Gözlerinin değdiğini hissediyorum yazılarıma. Benimlesin her gün biliyorum. Kırgın yüreğinde yaşatığın üzüntülerin kara gözlerinde erisin. Kaybolmuş ruhunun esrik yankıları asılı kalıyor vicdan yaralarında. Yıllanmış sevdanın tortularını söküp atmak kolay değil biliyorum. Yaşıyorum… Belki kadavradan ibaret bir beden… Paslı gurub vakitlerinin yaşattığı bıkkınlığın ardından kanıyor yaralarım, bitmiyor. Bitsin, bitsin artık çığlık çığlığa yakınmalarım. Bu sonbahar böyle oldu, yazılarımdan hüzün damladı hep. Okudun, üzüldün belki. Belki bu ilkbaharda mutluluk yazarım, resmini çizerim kelimelerle. Ne
Sana anlatacağım dertlerimi uzun uzun. Seviyorum seninle bezgin zamanlarda, yorgun dertleşmeleri. Benim için üzülmene üzüleceğim. Belki yakınında ya da çok uzakta… Bir daha ki bahar gülü açana dek. Bir patlama bekliyorum duygusuzluk sarmalında kıvranan ruhunda. Bir olasılık üzerinde düşünüyorum, her dem mutlu, genç kalan kalbine sığınabilmek düşüncesine öykünüyorum. Yalın ayaklarım yeni değiyor yağmur kokusu üşüşmüş toprağa. Toprak kokusu, yağmur sonrası yıkıyor benliğimi. Yamanmış yalnızlıkların, yaldızlanmış gözyaşlarının arasında yolunu kaybetmişsin, anlıyorum. Masmavi sudan yansıyan gölgeni sevdim galiba. Ufacık bir sızıdan yola çıkmışsın, şimdi kocaman acıları taşımaya çalışıyorsun çökmüş omuzlarında. Senin cezan yalnızlık öyle değil mi? Çekiyorsun, çekmek zorundasın değil mi? Mümkünü yok değil mi, çıkışın? Gelip geçenler durağında aklına geldi mi hiç ineceği birinin? Yordu mu seni bu sitem? Üzdü mü?

geç öyle değil mi

Günlerdir yazıyorum, sürekli sızlanmak, dert edinmek, bağıra çağıra isyan etmek geliyor içimden. Bir yığın umursamazlık içerisinde çaresizce kimsesizim. Ağlamak ağır geliyor serde erkeklik var. Giderek anlamsızlaşan, giderek bulanıklaşan vurgun yiyen, buruk halim. Mukavetinin erdiğini hissetiğim, güçlü nefretlerim. Her adımda giderek silikleşen renklerim. ''Bir daha ki gelişimde'' diye başlayan cümlelerime olan duyarsızlığın. Sendeki aldırmaz haller incitmiyor eskisi gibi. Uzun ömürlü bir serkeşliğin tam da orta yerinde duran ben, kalpsizim artık inan. Sadece hüzün yüklüyüm. Uzak diyarların, uzak yollarında kaybolmuş bir seyyah ya da ne bileyim yıkık bir yol kenarı çeşmesi. Gözyaşlarımı biriktiriyorum sana. Bir anlamı var mı? Günlerdir yazıyorum. Yalnızlığın ruhumda yarattığı akisleri takip ediyorum. Cana geliyor sonra kelimeler, kağıda akıyor birbiri sıra. Delilik biliyorum; alabildiğince, hunharca zorlamak duyguları. Mantığımın bana incecik bir saç teli ile bağlı oldu

Gidiş...

Bir hazırlık arifesindeyim. Telaş kapladı dört bir yanımı. Bir gidişin eşiğindeyim. Çoçukluğumun, gençliğimin topraklarından kopuşun öncesindeyim. Gideceğim, dönmemek pahasına. Bir yürek sarasına tutuldum. Oksijen genzimi yakıyor, soluyamıyorum gönlümce. Vedalaşıyorum yavaş yavaş bu kentin kuşlarıyla, ağaçlarıyla. Özlememek elde mi? Sinmiş kokusu üzerime. Bir ayrılık havası hasıl oluyor gökyüzünde. Kaplıyor her yanı. Mutlu muyum? Bilmiyorum bu sorunun yanıtını. İlk aşk, ilk heyecan, ilk hüzün, ilk öpücük, ilk kalp ağrısı. Asılı bu topraklarda hepsi. Onlar burada kalacak. Belki anlamsız, belki biçare. Hiç kimseye ait olamamanın verdiği acıyı tadacaklar ilk kez. Bense yeni topraklarda yeni hüzünler, yeni sevinçler, yeni kalp ağrıları yeşerteceğim belki. Gidiyorum… Bu kentin unutmasını bekleyeceğim beni. Kalpten hellaleşiyorum davamla, dedim ya bir ayrılık havası hasıl oldu bugünlerde gökyüzünde. Ağız dolusu bağıra bağıra yaşadım bu toprakları. Her çiçeğine gönlüm kaydı, her kuşun kanat ç

Başlıksız...

Vallahi inan lütufkar duygularının acınası özlemi içindeyim. Bu yaşam denilen karmaşa içerisinde çarmıha gerdiğim benliğim kanıyor. Düşsel birikintilerin son kırıntıları avuçlarımda seni arıyorum. Gittiğin yerden hayatı geri sarıp seni yaşıyorum tekrar tekrar. Binbir derdin içerisinden seni seçiyorum. Zaman çürüyor, ruhum paslanıyor, mazi yılgınlığa terk edilmiş adeta. Hayat beklemiyor. Sadece durmaksızın süren akışın içerisinde arıyorum varlığımı. Unutmadım, bir çaresizlik halinden sıyrılamadığını. Sen benim baharla yüreğime düşen çiğ damlası, sen zamansız erik çiçeği, ben arsız kadeh sarmaşığı… Sen zamansızsın, zamansız açtın kalbimde. Şimdi açtığın yerde kocaman, onulmaz bir yara var. Sabahın sessizliğine aldanma sakın. Tenhalarda yokluğuna küsen gönül için üzül. Bir telaş ve bunaltı havasında süzülüp gökyüzünün kuytularına, kanma maviliğin saflığına. Cüretkarlığın gücüne iman etmiş kalbinin prangaları paslanmış. Kızgınsın bana biliyorum, belki hep öyle kalacaksın. Her döktüğü

Ne fark eder?

Ne fark eder? Buğday rengi ya da güneş sarısı bir rüya… Bu kadar fark etmeyen iniş çıkışların arasında ne fark eder ha kış ha yaz? Ne yana savrulsam bilemiyorum. Ne yana? Kan kırmızısı gülüşler ya da esmer ağlamalar ne fark eder? Kalem elimde savuruyorum kaygısızca. Bu kadar kelime, bu kadar kızgınlık sıçrıyor kağıda. Ne fark eder, gelmişsin ya da gitmişsin? Savruk bir burukluk yaşayan benlik, benden çıkmış artık yarattığın telaş… Çözemem bu kadar düğümlenmiş bir denklemi. Hangisi bilinmeyen, hangisi bilinen? Griliğin hakim olduğu yaşantıların çekim alanından kurtulmaya debelen biraz. Sakinlik, dinginlik ya da yasak sana iç çekmeler. Tabanlarım yanıyor, bu yolu yürümek zor. Gökyüzü kaynıyor adeta, destansı bir fecre hazırlanıyor sanki bulutlar. Her yer bıçak bıçak kızıla kesmiş. Cümleler inatçı, kelimeler bir o kadar arsız. Ben mi onları yazıyorum onlar mı beni? Bir çobanaldatan havalanıyor ötelerden. Kanatlarının yarattığı ışık hüzmesi akıyor coşkun bir ırmak gibi arkasından. Yükte ha

Ne gam?

Yollara düşmüş duygularım salkım saçak sallanıyor benliğimden. ''İnleyen nağmeler'' plakta, ruhum çırpınıyor koruk üzüm tanesinin renksizliğinde. Herşeyi bildiğini sanan dilsiz şeytanların hükümranlığının sonun gelmesini ummak… Sabote etmek istiyorum zaman zaman mevsimlerin kısır döngüsünü. Ağaçların dalları yerde kökleri havada, güller lavanta koksun istiyorum kimi zaman. Hüzün güldürsün, mutluluk içimi yaksın… Hiç gidilmemiş yollardan dönmek, hiç var olduğunu bilmediğim bir umuda bağlanmak istiyorum bazı zamanlar. Hiç hissetmediğim bir mutsuzluğa ağlamak ya da ne bileyim hiç ineceğim durağı olmayan bir otobüse binmek… Anlam katıyor hayata, küçük bir sokak kokoreççisinin önünde dumanı solumak, aynı havayı çekmek ciğerlere milyonlarcasıyla. Bitmek bilmeyen tanımadık yüzlerin geçişini izlemek, üzülmek hiç kaybedilmemiş olanlara. Bir kuğu sadeliğinde ya da minik bir incirkuşunun kalp atışlarında kaybedilmiş masumiyetlerin anısına üzülmek boşa. Ayrı hüsranları aynı karele

Bu kenti...

Biliyorsun, güz yağmurları buradan göçeli uzun zaman oldu. Ardından kırlangıçlar, serçeler ve sararmış yapraklar terk etti burayı. Oysa ki kent aynı… Yollar, kaldırımlar, Kızılay, Ulus, Sıhhiye aynı. Ankara’ya sonbahar gelmiyor artık. Biliyorsun, acılar, sevinçler, hüzünler, umut gitti bu kentten. Ödünsüz, samimiyetsiz duyguların sarıp sarmaladığı, titreyen sokak lambalarının aydınlattığı bu kenti terk etti dudaklardaki son tebessüm. Gözyaşları ayrıldı bu iklimden. Sahici olmayan, ikircikli bakışlar aldı yerini. Sonra anılar gitti birbiri ardı sıra. Mekanlar eskidi arkasından. Alınan nefesler geri verilmedi bu kente. Sarılan yaralar yeniden kanadı. Kan pıhtıları isyan etti. Sevgisiz düşler görülmeye başladı bu kentte. Bu kentte hiç bitmedi vedalaşmalar. İnsanlar kuşları özgür bıraktı kafeslerinden. Sonra umarsızca kendi kafeslerini yarattılar. Tellerini sık ördüler, ördüler ki dışarı sızmasın minik hıçkırıklar. Haykırışlar düğümlendi boğazlarda olabildiğince. Yutkunmalara eşlik

Bu sonbahar senin mevisimin...

Kaba acılardan süzülmüş incecik sızılar yaşadım son zamanlarda. Delirmekle delirmemek arasındaki ince çizgi üzerinde ayakta durdum uzun süre. Kederle meşgul günlerimde anlayamadığım sıcacık bakışlarını şimdi çalıyorum eski bir fotoğraftan. Yanımda durmuşsun öylece ödünsüz, hesapsız, kitapsız… Bir o kadar mutlu… Boynunda ametist taşından kolyen. Şimdi o fotoğraftan çalıyorum, geçmişin anlamını. Benim için ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor o eski fotoğraf. Acaba elini tutsa mıydım? Tutsa mıydım? Bırakmasa mıydım? Deli akınları, dalgakıranlarda kırılan dingin bir denizim artık. Bazen bir yakamoz parıldıyor üzerimde bazen göğün maviliği. Sen benim maviliğimsin, sonsuz… Hiç bitmesin, hiç bitmesin… Sen gülerken içime akan sıcaklığı özlüyorum yokluğunda. Sonra kokunu getiriyor rüzgar. Kokluyorum havayı. Alışamadım yokluğuna… Alışamadım. Bir daha gitme. Gitme.. Gidersen, ben de taşınırım yüreğimden bilesin. Gözüm dalıyor yine eski fotoğrafa. Müzmin mahpusum acıya, vurgun yemiş zihnim, bula

Ayrılıklardan beslenen...

Güneş yakıyor tenimi, eritiyor haddini aşmış isyanlarımı. İliklerime kadar işlemiş durgunluk hali, yüreksizim. Hırçın sessizliğim, alışagelmiş yılgınlığa eşlik ediyor ruhumda. Taze kalmış bir toprak parçası ya da sancısı hiç tükenmeyen anlamsız, hep çok yaklaştığım ama sürekli ufuk çizgisinde yitişine şahit olduğum mutluluğum… Kan yerine irin akıyor damarlarımda sanki. Gözlerim kanıyor zaman zaman. Kulaklarımı tıkıyorum yaşamın çağrısına. Çığlık çığlığa yokluğun, ömrümün boş koridorlarında çınlıyorsun, bitmiyorsun. İngirdemek seni bir hiçliğe ya da bırakmak yarattığın boşluğu zor, imkansız unutuluşlara. Duygularımın çekiştire çekiştire sürüklediği girdaba daha ne kadar direnebilirim? Umutlarımı taktım bir baştankaranın kanatlarına. Nereye götürdüğünü bile bilmiyorum. Tek bildiğim, emin olduğum ruhumun ıssız köşelerinde inleyen hislerimin canhıraş yok oluşu… Ayrılıklardan beslenen, aşktan yoksunlaşmış ben, kıymeti hiç bilinmemiş kalbimi emanet ediyorum anılara. Kana kana yaşadığım, şimd

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Uçhisar Kalesi

Nevşehir-Mustafapaşa

Kara kalem bir de saman kağıt. Yazmak geliyor içimden durmaksızın. Bulaşmadan kaybolmuşluklara, İtaatsizlik ya da biat... Kör topal gidişe bir dur demek. Bir kere uzanıp özgürce zifiriye yıldızları avuçlayabilmek, Mertçe kabullenmek belki sabrın bilgeliğini... Zaman sana aittir ya da değil... Cüretkarlığın kadrini bilenlere, Ateşe pervane olmayanlara, Günahını bile satmayan, Tek varlığı itibarı olanlara selam olsun...

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...

Roma

villa d'este...

Roma

Başlıksız...

Havadan topluyorum kokunu. Sonra ciğerlerimden damıtıp, gözlerimden sana geri veriyorum. Hayatım böyle sürüp gidiyor. Her nefes yeni bir hikaye, yeni bir başlangıç ya da bitiş... Seni arıyorum, her göze bakıyorum ''senden iz var mı'' diye. Her dili dinliyorum ''senden bahsediyor mu'' diye. Sana bakan her göz, yanında atan her kalp değerli. Ankara'ya yine hazan mevsimi çöküyor yavaş yavaş. Hazan'da aşk güzeldir. Yapraklar peşi sıra sürüklenirken talihlerinin arkasından, yemyeşil kalır duyguların ayakta. Seni arıyorum. Sensizlikten ızdırap çekiyor bu bedbaht kentte solgun gökyüzü. Yüreğimde çakılı kaldı bir mıh gibi yokluğun. Anladım saçlarım sensiz ağaracak. Anladım gözlerimin feri sana hasret sönecek. Benden sana bir anı kaldıysa ona iyi bak...

Roma'dan

Roma...

Abana'ya...

Karadeniz'in naif, mahçup, güzel yüzlü çocuğu Abana... Aklım sende kaldı bilesin. Bir daha ne zaman akşam vakti Günbatımı'nda sohbet? Bir daha ne zaman denizin kokusu üzerinde istavrit, barbun? Bir daha ne zaman dumanı tüten bazlamaç? Yüreğim sende kaldı bilesin. Bir daha ki geliş... Çok uzun sürmez. Dağlar yine yemyeşil, deniz yine masmavi, kalpler yine tertemiz, yüzler yine güleç olsun, gözler bal rengi...

Abana Sahili

Ankara'da zaman...

Ankara'da zaman

Ankara'da zaman (Musevi evleri)

Ankara'da zaman (Musevi evleri)

Kale...

Ankara'da zaman...

Ankara'da zaman

Ankara'da zaman...

Kuşlar

Özgür...

Gölbaşı Eymir Gölünde Kış...

Riyad Masmak Kalesi

Mini hikaye

Güneşli bir sabaha büyük bir patlama sesiyle uyandı Ankara'nın Demirlibahçe semti. Sanki yer yerinden oynamış, evler soğuk sudan çıkmış minik bir çocuk gibi titremişti. Hani ''ne oluyor'' sorusunu bile soramadan yaşanan şaşkınlığın büyüklüğünü anlamak bile zaman almıştı. Yatakta korkuyla gözlerini açarak, ''işte olan oldu sonunda savaş başladı'' diye düşündü. ''Bombalıyorlar hem de hayasızca'' dedi içten içe. Göz ucuyla karısına baktı. Her zamanki gibi fosur fosur uyuyordu. ''Bunun kulağının dibinde top patlasa uyanmaz soyka''... Kendini cesaretlendirdi, ''şöyle bir pencereye yanaş, ne var ne yok bak.'' Olmadı. Belki de şimdi sokağı boydan boya geçen yamalı asfalt düşman askerlerinin postalları altında eziliyordu. ''Aman Allahım!'' Bir an önce yıllardır -çocuklar uzanamasın diye- gardrobun en üst rafında sakladığı tabancasını almalı ve sokağa koşmalıydı. Belki de bir ''ilk kurş

Bir vardın...

Hovarda duygular, bitmeyen kederler ve hicran yarası... Vazgeçtiğin an çıktı ciğerlerimden son nefes, Sürüklerken sen en naif, içli duygularımı peşinden, Ben başbaşa kaldım umutsuzca senden kalanlarla. İncinmiş kalpler pavyonunun yitmiş, perişan localarında, yabancı, ışığı sönmüş gözlerde arıyorum mutluluğu. Bir vardın, bir yoktun... Direniyorum, bırakmıyorum kendimi, İnat ettim hayata tutunmaya, Senin boyadığın gökkuşağının altında yaşıyorum artık... Özgür Çoban...

geride kalanlara...

Gözyaşlarının anlamını yitirdiği bu köhne, sinmiş zamanlarda, benim için dökülen bir tek damla yaş bile çok değerli. Apansız hayatımın bir kıyısına ilişen sonra apansızca o kıyıdan uğurladığım yüreklerin gidişlerinin yarattığı düğümü çözmeye hiç çalışmadım. Gidişlerin ardından bir sabah uyandığımda ciğerimde onlardan kalan kırıntıları toplarken yaşadığım sahipsizliğin yaşattığı hicranı da paylaşmadım kimseyle asla. Hayatın özeti ''bulmak'' ve ''kaybetmek'' galiba. Bir çiçeğin üzerinde tutunmaya çalışan minik çiğ tanesinin patlaması ya da kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaranın altından sızan ince kan pıhtısı... Anlamı böylesine büyük. Ciğerinden gele gele, bağıra bağıra kabullenmek gidişleri ne kadar zor. Gidişlerin ruhunda ortaya çıkardığı akislerin incelerek damarlarına sızmasını önlemek için mücadele vermek de zor. Hayattan adil davranmasını beklemek anlamsız. İnsanın bir ömrü paylaşmayı, bitene kadar aynı yolu yürümeyi amaçladığı eşi, hayat yoldaşı bile z

İLK...

Bazen seni düşünürken buluyorum kendimi. Onca zamandan sonra yine aklıma gelmen ne kadar garip. Aklımdan geçerken sen dalga dalga unutamamışım yanaklarının arasında gizlediğin sıkılgan, mahçup gülümsemeni. Çocuk hayallerimizde, mert duygularla süslediğimiz minik aşkımız. Gizlice, sessizce yaşadığımız sevgimiz bizimdi, biz ona aittik. Acaba sende beni düşünüyor musun? Parmaklarımın ucundan akıp giden kelimelerin ilham perisi olan sen, belki de şu anda çocuğunun saçlarını okşuyorsun. Çok özlüyorum, o yılları, seni, o zaman ki beni. Kirlenmemiş, tertemiz duyguları, billur hisleri. Seni çok seviyordum. Kışın üşüdüğümü anladığında şapkanı benim başıma takmanı, senin soğuktan kızarmış yanaklarına dokunmayı seviyordum. Suçlama kendini, sen bu sevgi için elinden gelin yaptın. Ben, ben mi asla, yapmadım. Beni yıllarca bekledin, bense senin beklediğini bile bile... Yapamadım, bilemiyorum. Bunca yıl sonra kendime itiraf ediyorum seni hep sevdim, özledim. Duygularının kıymetini bilemedim galiba.
Öyle birşeydi senin gidişin işte. Giderken, ''dönmem artık'' demiştin ya tuttun sözünü. Ağlamadım arkan sıra tuttum sözümü. Bir yılkı atı sessizliği bürüdü günlerimi. Dinginliğe alıştı yüreğim, nümayiş havası son buldu gönlümde. Şimdi ılık ılık esiyor isyan rüzgarları ciğerimde. Hayat zincirimin en sağlam halkasıydın sen. Koptun, hayatım dağıldı bir süre sonra isteksizce, ümitsizce yeniden toparlanma... Issız duyguların yerini latif çekişmeler alıyor içten içe şimdilerde. Bir kızıyorum kendime, bir gülüyorum. Sanki bir meyhanede ince saz dinler gibi hissediyorum kendimi. Her şarkı beni anlatıyor sanki. ''Avuçlarımda hala sıcaklığın...'' diye seslenirken şarkı kendine geliveriyorum bir anda. Gidişin kopardı gönül tellerimi, titremiyorlar artık. His olup kağıda akmıyorlar kalemden. Memleketin ahvaline kafam takılıyor bugünlerde. Bizim memleket rengarenk bu aralar. Havası bir puslanıyor, bir aydınlanıyor. Yani gittiğinden bu yana değişen bir şey olmadı dese