Ana içeriğe atla
Öyle birşeydi senin gidişin işte. Giderken, ''dönmem artık'' demiştin ya tuttun sözünü. Ağlamadım arkan sıra tuttum sözümü. Bir yılkı atı sessizliği bürüdü günlerimi. Dinginliğe alıştı yüreğim, nümayiş havası son buldu gönlümde. Şimdi ılık ılık esiyor isyan rüzgarları ciğerimde.
Hayat zincirimin en sağlam halkasıydın sen. Koptun, hayatım dağıldı bir süre sonra isteksizce, ümitsizce yeniden toparlanma...
Issız duyguların yerini latif çekişmeler alıyor içten içe şimdilerde. Bir kızıyorum kendime, bir gülüyorum. Sanki bir meyhanede ince saz dinler gibi hissediyorum kendimi. Her şarkı beni anlatıyor sanki. ''Avuçlarımda hala sıcaklığın...'' diye seslenirken şarkı kendine geliveriyorum bir anda. Gidişin kopardı gönül tellerimi, titremiyorlar artık. His olup kağıda akmıyorlar kalemden.
Memleketin ahvaline kafam takılıyor bugünlerde. Bizim memleket rengarenk bu aralar. Havası bir puslanıyor, bir aydınlanıyor. Yani gittiğinden bu yana değişen bir şey olmadı desem yeridir.
Hayat, insanı kılcal damarlarından yakalıyor. Nasıl yakalamasın ki akıyor işte yıllar, haftalar, günler, saatler, saniyeler... Gittiğinin ertesinde seni düşünmediğim bir an olmadığını fark ettiğimde üzülürdüm. Şimdi sadece düşündüğüm tek bir an yakaladığımda üzülüyorum. Demek ki siliniyorsun hızla anılarımdan. Sen de bunu istemiyor muydun zaten?
Hayat akıyor dedim ya... Evet bu akış siliyor seni benden. Bugünlerde yeniden bahar geldi Ankara'ya. Bir mektubumda hatırlar mısın, 'Ankara'nın en sevdiğim ayı Mayıs' diye yazmıştım sana? Bu Mayıs hazandı adeta, yaraladı. Yokluğunda kirlendi erguvanlar, kokmadı eskisi gibi.
Seni özlemeyi bıraktım artık. Sanki asırlar geçmiş gibi seni son görüşümün ardından, sanki bir varmışsın da yokmuşsun gibi. Bir sevda limanında kesişen yollarımız, bir hüzün garında ayrıldı. Şu keşmekeş hali geçsin hele ruhumdan, belki yeniden hatırlarım gülen yüzünle seni...

Özgür Çoban

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneme...

Sımsıkı sarılmıştın bana, sımsıcak, "oğlum dikkat kendine oralarda" diyerek. Son vedaydı, son sarılma, yanaklardan süzülen son damlalar. Bakamadım yeniden arabamın aynasından ayrılırken yanından. Biliyordum ki umutsuz gözyaşları ıslatıyordu yorgun, bitkin gözlerini . "Kurtul o makinelerle dolu hastane odasından" demiştim sana. Kurtuldun mu bitanem? Minicik bedeninin çektiği acılar bitti mi? Alnın akça pakça, yüreğinde kapanmamış hiçbir hesap kalmaksızın süzüldün gittin sana can verenin, seni anne, seni anneannem yapanın yanına.  Biliyorum orada da sevecekler seni. Sımsıcak kalbinle kavrayacaksın başka kalpleri. Söz verdi melekler, hiç bırakmayacaklar ellerini. Sonra içindeki genç kadın özgür artık alabildiğince. Mutlu olacaksın biliyorum bunu tüm kalbimle.  Kimsesiz günlerinin beş çocuklu annesiydin. Ne kadar yorgun bir o kadar güçlü kadındın sen. Bir son sihir istemiştim, beklemiştim senden. Olmadı, gösteremedin bitanem, tontonum. Anneannem olduğun için, o çelikten

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...