Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Arnavutluk-Tiran

Uzun sürdü gidişin...

Kırık dökük çıkarların yılmaksızın yarıştığı, dikensiz gül bahçesi hayallerinin avuttuğu biçare kırgınlıklarım. Sana yazıyorum yıllardır usanmadan. Ne kalem bıkkın, ne kağıt. Elimden geldiğince yabancı seslerdeki yankılarını ya da gözlerdeki akislerini takip ediyorum. Sızılı su birikintileri hüküm sürerken öksüz Ankara kaldırımlarında, sen duygudan yoksunluğumun kimsesiz hıçkırığısın. Kalpten kalbe uçuşup duran biricik sevinçlerin hercai tesellisi, gün aralanırken acılı sundurmaların çatlaklarından yüreğini bilemek neden kinle? Kuşlar ölüyor bu kentte ecelsiz, hesapsız, kitapsız, bilmiyorsun. Her köşeyi tutan yalnızlık, her göz pusuda.  Yürekler sevdayla bilenmeyi unutalı çok uzun zaman oldu. Umutla bekliyorum şimdi, zerdaliler çiçek açtı bu bahar yeniden. Alev alan yalnızlığımı söndürmeye bile çabalamıyorum artık.  Uzun sürdü gidişin, gelişini hiç beklemiyorum bilesin.

Ne oldu?

Ne oldu, ne oldu anlayamıyorum? Ne değişti? Bu kadar yıkan, eriten, dağıtan, parçalayan ne mertliği? Sinsi bir tuzak kuruluyor ötelerde, berilerde, hissedilmeyecek gibi değil. İnsanların arsızlığın, soysuzluğun yakıcı ateşine bu kadar kavrulmaları niye? Kalıpsızlığın alıp götürdüğü yüreklerin giderek sarardığını görerek yaşamak... Biri çıkar da açıklar bu gidişi diye beklemek ne kadar anlamsız. Bir bunaltı havası çöktü gönüllere, insanlar riya duvarlarıyla örülü küçük dünyalarına gizlenirken, senin kaçacak bir yer bulamaman... Çok zor. Sevgiler, artık badem ağacının minik çiçekleri kadar bile yaşamıyor. Metalden, puslu kalplerin ürettiği sevdalar, paslanıyor bir süre sonra dökülüyor. Şairler sustu, şiirler isyanda... Prangalarından kurtuldu kin. Gövdeler yarılıyor ortadan ikiye, umut mu, o hiç yok bu sıralar müzmin kaçkın...