Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bu sonbahar senin mevisimin...

Kaba acılardan süzülmüş incecik sızılar yaşadım son zamanlarda. Delirmekle delirmemek arasındaki ince çizgi üzerinde ayakta durdum uzun süre. Kederle meşgul günlerimde anlayamadığım sıcacık bakışlarını şimdi çalıyorum eski bir fotoğraftan. Yanımda durmuşsun öylece ödünsüz, hesapsız, kitapsız… Bir o kadar mutlu… Boynunda ametist taşından kolyen. Şimdi o fotoğraftan çalıyorum, geçmişin anlamını. Benim için ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor o eski fotoğraf. Acaba elini tutsa mıydım? Tutsa mıydım? Bırakmasa mıydım? Deli akınları, dalgakıranlarda kırılan dingin bir denizim artık. Bazen bir yakamoz parıldıyor üzerimde bazen göğün maviliği. Sen benim maviliğimsin, sonsuz… Hiç bitmesin, hiç bitmesin… Sen gülerken içime akan sıcaklığı özlüyorum yokluğunda. Sonra kokunu getiriyor rüzgar. Kokluyorum havayı. Alışamadım yokluğuna… Alışamadım. Bir daha gitme. Gitme.. Gidersen, ben de taşınırım yüreğimden bilesin. Gözüm dalıyor yine eski fotoğrafa. Müzmin mahpusum acıya, vurgun yemiş zihnim, bula

Ayrılıklardan beslenen...

Güneş yakıyor tenimi, eritiyor haddini aşmış isyanlarımı. İliklerime kadar işlemiş durgunluk hali, yüreksizim. Hırçın sessizliğim, alışagelmiş yılgınlığa eşlik ediyor ruhumda. Taze kalmış bir toprak parçası ya da sancısı hiç tükenmeyen anlamsız, hep çok yaklaştığım ama sürekli ufuk çizgisinde yitişine şahit olduğum mutluluğum… Kan yerine irin akıyor damarlarımda sanki. Gözlerim kanıyor zaman zaman. Kulaklarımı tıkıyorum yaşamın çağrısına. Çığlık çığlığa yokluğun, ömrümün boş koridorlarında çınlıyorsun, bitmiyorsun. İngirdemek seni bir hiçliğe ya da bırakmak yarattığın boşluğu zor, imkansız unutuluşlara. Duygularımın çekiştire çekiştire sürüklediği girdaba daha ne kadar direnebilirim? Umutlarımı taktım bir baştankaranın kanatlarına. Nereye götürdüğünü bile bilmiyorum. Tek bildiğim, emin olduğum ruhumun ıssız köşelerinde inleyen hislerimin canhıraş yok oluşu… Ayrılıklardan beslenen, aşktan yoksunlaşmış ben, kıymeti hiç bilinmemiş kalbimi emanet ediyorum anılara. Kana kana yaşadığım, şimd

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Uçhisar Kalesi

Nevşehir-Mustafapaşa

Kara kalem bir de saman kağıt. Yazmak geliyor içimden durmaksızın. Bulaşmadan kaybolmuşluklara, İtaatsizlik ya da biat... Kör topal gidişe bir dur demek. Bir kere uzanıp özgürce zifiriye yıldızları avuçlayabilmek, Mertçe kabullenmek belki sabrın bilgeliğini... Zaman sana aittir ya da değil... Cüretkarlığın kadrini bilenlere, Ateşe pervane olmayanlara, Günahını bile satmayan, Tek varlığı itibarı olanlara selam olsun...

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...

Roma

villa d'este...

Roma

Başlıksız...

Havadan topluyorum kokunu. Sonra ciğerlerimden damıtıp, gözlerimden sana geri veriyorum. Hayatım böyle sürüp gidiyor. Her nefes yeni bir hikaye, yeni bir başlangıç ya da bitiş... Seni arıyorum, her göze bakıyorum ''senden iz var mı'' diye. Her dili dinliyorum ''senden bahsediyor mu'' diye. Sana bakan her göz, yanında atan her kalp değerli. Ankara'ya yine hazan mevsimi çöküyor yavaş yavaş. Hazan'da aşk güzeldir. Yapraklar peşi sıra sürüklenirken talihlerinin arkasından, yemyeşil kalır duyguların ayakta. Seni arıyorum. Sensizlikten ızdırap çekiyor bu bedbaht kentte solgun gökyüzü. Yüreğimde çakılı kaldı bir mıh gibi yokluğun. Anladım saçlarım sensiz ağaracak. Anladım gözlerimin feri sana hasret sönecek. Benden sana bir anı kaldıysa ona iyi bak...

Roma'dan

Roma...

Abana'ya...

Karadeniz'in naif, mahçup, güzel yüzlü çocuğu Abana... Aklım sende kaldı bilesin. Bir daha ne zaman akşam vakti Günbatımı'nda sohbet? Bir daha ne zaman denizin kokusu üzerinde istavrit, barbun? Bir daha ne zaman dumanı tüten bazlamaç? Yüreğim sende kaldı bilesin. Bir daha ki geliş... Çok uzun sürmez. Dağlar yine yemyeşil, deniz yine masmavi, kalpler yine tertemiz, yüzler yine güleç olsun, gözler bal rengi...

Abana Sahili