Ana içeriğe atla

Ne gam?

Yollara düşmüş duygularım salkım saçak sallanıyor benliğimden. ''İnleyen nağmeler'' plakta, ruhum çırpınıyor koruk üzüm tanesinin renksizliğinde. Herşeyi bildiğini sanan dilsiz şeytanların hükümranlığının sonun gelmesini ummak…
Sabote etmek istiyorum zaman zaman mevsimlerin kısır döngüsünü. Ağaçların dalları yerde kökleri havada, güller lavanta koksun istiyorum kimi zaman. Hüzün güldürsün, mutluluk içimi yaksın…
Hiç gidilmemiş yollardan dönmek, hiç var olduğunu bilmediğim bir umuda bağlanmak istiyorum bazı zamanlar. Hiç hissetmediğim bir mutsuzluğa ağlamak ya da ne bileyim hiç ineceğim durağı olmayan bir otobüse binmek…
Anlam katıyor hayata, küçük bir sokak kokoreççisinin önünde dumanı solumak, aynı havayı çekmek ciğerlere milyonlarcasıyla.
Bitmek bilmeyen tanımadık yüzlerin geçişini izlemek, üzülmek hiç kaybedilmemiş olanlara. Bir kuğu sadeliğinde ya da minik bir incirkuşunun kalp atışlarında kaybedilmiş masumiyetlerin anısına üzülmek boşa.
Ayrı hüsranları aynı karelerde yaşayan insanların hüzzam bir şarkının notaları olarak kalacaklarını bilmek ne kadar anlamsız. Tamah etmeyi bilmeyenlerin sofrasında bir tutam azığa uzanırken titreyen gözlerin ne kadar da cüretkar umutları hırpalarken. Kendin gibi yaşayamayacağını bile bile artık düzen tutmayan aşkların kapısında nöbet tutmak niye?
Yağmur yağıyor yine. Amansızca bastıracak kimsesizlik, eşlik edecek yağmur sonrası toprak kokusuna.
Yağmur yağıyor yine bak, amansız bastıracak intizar, ne gam?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneme...

Sımsıkı sarılmıştın bana, sımsıcak, "oğlum dikkat kendine oralarda" diyerek. Son vedaydı, son sarılma, yanaklardan süzülen son damlalar. Bakamadım yeniden arabamın aynasından ayrılırken yanından. Biliyordum ki umutsuz gözyaşları ıslatıyordu yorgun, bitkin gözlerini . "Kurtul o makinelerle dolu hastane odasından" demiştim sana. Kurtuldun mu bitanem? Minicik bedeninin çektiği acılar bitti mi? Alnın akça pakça, yüreğinde kapanmamış hiçbir hesap kalmaksızın süzüldün gittin sana can verenin, seni anne, seni anneannem yapanın yanına.  Biliyorum orada da sevecekler seni. Sımsıcak kalbinle kavrayacaksın başka kalpleri. Söz verdi melekler, hiç bırakmayacaklar ellerini. Sonra içindeki genç kadın özgür artık alabildiğince. Mutlu olacaksın biliyorum bunu tüm kalbimle.  Kimsesiz günlerinin beş çocuklu annesiydin. Ne kadar yorgun bir o kadar güçlü kadındın sen. Bir son sihir istemiştim, beklemiştim senden. Olmadı, gösteremedin bitanem, tontonum. Anneannem olduğun için, o çelikten

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...