Güneşli bir sabaha büyük bir patlama sesiyle uyandı Ankara'nın Demirlibahçe semti. Sanki yer yerinden oynamış, evler soğuk sudan çıkmış minik bir çocuk gibi titremişti. Hani ''ne oluyor'' sorusunu bile soramadan yaşanan şaşkınlığın büyüklüğünü anlamak bile zaman almıştı.
Yatakta korkuyla gözlerini açarak, ''işte olan oldu sonunda savaş başladı'' diye düşündü. ''Bombalıyorlar hem de hayasızca'' dedi içten içe. Göz ucuyla karısına baktı. Her zamanki gibi fosur fosur uyuyordu. ''Bunun kulağının dibinde top patlasa uyanmaz soyka''...
Kendini cesaretlendirdi, ''şöyle bir pencereye yanaş, ne var ne yok bak.'' Olmadı. Belki de şimdi sokağı boydan boya geçen yamalı asfalt düşman askerlerinin postalları altında eziliyordu. ''Aman Allahım!'' Bir an önce yıllardır -çocuklar uzanamasın diye- gardrobun en üst rafında sakladığı tabancasını almalı ve sokağa koşmalıydı. Belki de bir ''ilk kurşun'' adı hep anılacaktı yıllarca. Tekrar kulak kesildi sokağa. Ne bir postal, ne bir tank sesi. Usulca komidinin üzerinde duran saate uzandı. ''05.45''...
''Tam da uykunun en afilli zamanın seçmiş hödükler'' diye geçirdi içinden. ''Acaba mahalleye düşen bomba bir uçaktan mı atıldı yoksa bir başka savaş garabetinden mi?'' Eğer gerçekten savaş çıktıysa ne yapıp edip çocuklarını yurt dışına kaçırmalıydı. ''Arabamı satar sağa sola başvurur bu işi başarırım. Zaten hanımla bizim kilometre doldu. Uzatmaları oynuyoruz.'' Gülmek geldi içinden. Aslında korkusu da giderek artıyordu. Şimdi birkaç saniye içerisinde evin camından içeriye bir kızıllık yansımaya başlamıştı. ''Bomba evin yakınına düştü galiba. Acaba Mahmut beylerin evi mi?'' ''Ulan yeme içme, boğazından kıs, giymeden kıs. Al sana ev. Yandı, bitti, kül oldu''
Zaman akıyordu. Saate baktı tekrar: ''06.30''... Eh gün de iyiden iyiye ışımıştı. İnsanların bağırışları, yardım çığlıkları yankılanıyordu sokakta. ''Eyvah, katliam başladı.'' Birazdan evin kapısı kırılacak, içeriye dilinden anlamadığı bir sürü asker doluşacak ve...
Bir zamanlar birlikte güldüğü, ağladığı insanların bağırtılarına kulaklarını tıkıyordu. Bağıra, bağıra ağlamak geldi içinden. Karısı hala uyuyordu, çocukların da sesi gelmiyordu. Sokakta bağırtılar, çığlıklar sürüyordu. Bİrden siren sesleri duydu. ''Bizimkiler geldi, yetişti, yaşasın, yaşasın'' Sonra bağırtıların tınısı azaldı gitgide. Evin içerisinde yansıyan kızıllık da gücünü yitirmiş gibi görünüyordu. ''Tamam, hallolmaya başladı, yeniyoruz hergeleleri'' diye düşündü.
Şimdi don gömlek, elinde tabanca dışarıya fırlayıp bir ikisini tepelemeli. Olmadı. Saate baktı: ''07.45''... Gidip televizyonu açması gerektiğini düşündü. ''Herhalde savaş ortamı bile olsa yayın yapan bir iki kanal vardır.'' Yataktan kalktı, parmaklarının ucuna basarak usulca salona süzüldü. Televizyonunun uzaktan kumanda cihazını karanlıkta el yordamıyla aradı. Kumandayı kanepenin üzerinde buldu. Herhangi bir kanal tuşuna basarak açtı televizyonu. Sonra bir haber kanalı... Gördüklerine, duyduklarına inanamadı. Ekranda, kendi sokağını izliyordu. Canhıraş bağrışmalar eşliğinde komşuları ve itfaiye erleri sokağın başındaki boş arsada bulunan tüpçüye su yetiştirmeye çalışıyorlardı. Mahallenin tüpçüsündeki patlama adeta büyük bir deprem oluyormuşcasına sallamıştı sokaktaki evleri.
Düşündü, son zamanlarda her fırsat bulduğunda izlediği savaş filmlerinin diyetini mi ödemişti yatakta saatlerce terleyerek, korkarak, bekleyerek ya da nasıl da durduramamıştı beyninin ürettiği saçma sapan senaryoların hükümranlığına girmeyi. Güldü, yatak odasına döndü. Karısına baktı, uyuyordu. Güldü, çocuklardan da bir ses çıkmadı daha.
Bir ''savaşın!!'' ortasında yaşadığı gergin saatlerin ardından yatağa uzandığında, hayal etti, ''Acaba bir bomba daha düşer mi bizim sokağa?'' Güldü...
Özgür Çoban...
Yorumlar