Ana içeriğe atla

Sana...

Takvimlerin sayfalarını bir bir yırtıyorum,
bekliyorum gelecek bir gün senden ufacık da olsa bir haber, biliyorum.
Geçiyor yıllar, vakit kararıyor.
Bekleyen saatlerim, dakikalarım bir o kadar pişman.
Umutsuzluk yakışmıyor bana, ötelemek istiyorum karamsar çıkışlarını ruhumun.
Bir nümayiş hali içinde çırpınıyor akrep ile yelkovan.
Evin sokağa bakan penceresinin pervazları sızlıyor kimsesizlikten.
İçimden pencereye varmak gelmiyor, senin gittiğin yol orası.
Üzerinde duygularımın volta attığı sundurmalar isyan ediyor, binlerce kez koklamaya yeltendiğim, hala aynı yerinde duran yastığımdaki kokun.
Bende mi gideyim? Gitmek istesem de ayaklarım direnir biliyorum.
Geri dönmek o zaman bu boşluğa inan bana daha zor olacak belki.
Kır, dök, incit beni...
Alışkınım, kar altındayım, başım daha çıkamadı, uzanamadı gökyüzüne.
Çürüyecek cesedim belki burada.
Bu düşünce kemiriyor ciğerlerimi, sızlatıyor burnumun direğini.
Sensiz ölmek bile ne kadar zordur, öyle sanıyorum.
Odamın çift kanatlı ahşap kapısı çıkışıma hazırlanıyor yüreğimin biletsiz, kaçak sevdalısı.
Dedim ya gelmeni bekliyorum.
Daha ne kadar beklerim bilemiyorum.
Biletim cebimde, son tren beklemekte beni.
Yetiş, odamın çift kanatlı ahşap kapısından gir içeri.
Gel artık, güç kalmadı ben de dayanacak yüreğime umutsuzluk yağmuru ha yağdı ha yağacak...

Özgür Çoban...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneme...

Sımsıkı sarılmıştın bana, sımsıcak, "oğlum dikkat kendine oralarda" diyerek. Son vedaydı, son sarılma, yanaklardan süzülen son damlalar. Bakamadım yeniden arabamın aynasından ayrılırken yanından. Biliyordum ki umutsuz gözyaşları ıslatıyordu yorgun, bitkin gözlerini . "Kurtul o makinelerle dolu hastane odasından" demiştim sana. Kurtuldun mu bitanem? Minicik bedeninin çektiği acılar bitti mi? Alnın akça pakça, yüreğinde kapanmamış hiçbir hesap kalmaksızın süzüldün gittin sana can verenin, seni anne, seni anneannem yapanın yanına.  Biliyorum orada da sevecekler seni. Sımsıcak kalbinle kavrayacaksın başka kalpleri. Söz verdi melekler, hiç bırakmayacaklar ellerini. Sonra içindeki genç kadın özgür artık alabildiğince. Mutlu olacaksın biliyorum bunu tüm kalbimle.  Kimsesiz günlerinin beş çocuklu annesiydin. Ne kadar yorgun bir o kadar güçlü kadındın sen. Bir son sihir istemiştim, beklemiştim senden. Olmadı, gösteremedin bitanem, tontonum. Anneannem olduğun için, o çelikten

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...