Ana içeriğe atla

-Duygular Üzerine Kısa Bir Yazı-

Hayat ırmağının eskisi gibi akmadığını, bilginin, erdemin, sanal duygulara yenildiğini, umutların yerine ikame edilen ibretlik yaşantıların çaldığı güzelliklerin gelmemecesine gittiğini biliyorum artık.
İnsanların bu gidişe ''dur'' dememek adına direttiği inatlarının yerin dibine batmasını beklerken, duygusuzluk savaşından nefret bile ziyan değil mi aslında. Çünkü sevmek, güvenmek artık yasak. Cinlerin, uyanıkların, hinlerin dünyasında zihniyeti köylü kalanların vay haline...
Köylerimizde, somyalı, siyah-beyaz televizyonlu evlerimizin sıcaklığında
bıraktığımız iyi niyetlerimiz, hoşgörümüz şimdi ayaklar altında.
Oysa ki iktidar mücadeleleri, kırmak, dökmek ne kadar bitmek bilmez duygu birikintilerinin
artıkları. Eminim, Cengizhan, Hitler ve diğerleri dünyanın kendilerine
kalacağı düşüncesinin neresinde gerçeklerden koptuklarını anlamaya çalışıyorlardır
şu anda bulundukları yerlerde.
İşte böyle kaotik, anlaşılamaz bir şey yaşam. Bir gün tüm gücün kendinizde toplandığı düşüncesinin gazıyla kabarmış koltuk altları öteki gün yatakta Azrail'i beklerken çaresizliğin yaşattığı ince ironi. İşte özet bu...
Duygusuzluk sarmalının incittiği kalpleri tekrar kazanmak için hiç zamanın olmaması,
''keşke''lerin yaydığı buruk tadın ruhu kıskaca alması ne acıdır belki o anda.
Ne kadar ''yapmayın, etmeyin'' desem bile yine kırıp dökmekten vazgeçmeyeceksiniz
biliyorum. Bu, insanoğlunun tabiatında yer alan, sarsılmaz, yok olmaz bir döngü çünkü.
Başlangıcı mı? Bilmiyorum, belki insanoğlunun tarihinin henüz başlangıcında Kabil'in kardeşi Habil'i öldürmesinin altında yatan sebep de belki bu ince anlaşılmazlıktı. Bunu bilmek o kadar zor ama anlamak daha kolay. Hırs, intikam, düşmanlık aslında o kadar doğal duygular ki... ''Bunların tam tersi kavramlarda somutlaştırılmasının erdemin en üst seviyesi olduğunu'' iddia eden antik çağ filozofları ne kadar zor bir işe soyunduklarını anlarlardı belki de bugünü görebilselerdi.

Özgür Çoban....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneme...

Sımsıkı sarılmıştın bana, sımsıcak, "oğlum dikkat kendine oralarda" diyerek. Son vedaydı, son sarılma, yanaklardan süzülen son damlalar. Bakamadım yeniden arabamın aynasından ayrılırken yanından. Biliyordum ki umutsuz gözyaşları ıslatıyordu yorgun, bitkin gözlerini . "Kurtul o makinelerle dolu hastane odasından" demiştim sana. Kurtuldun mu bitanem? Minicik bedeninin çektiği acılar bitti mi? Alnın akça pakça, yüreğinde kapanmamış hiçbir hesap kalmaksızın süzüldün gittin sana can verenin, seni anne, seni anneannem yapanın yanına.  Biliyorum orada da sevecekler seni. Sımsıcak kalbinle kavrayacaksın başka kalpleri. Söz verdi melekler, hiç bırakmayacaklar ellerini. Sonra içindeki genç kadın özgür artık alabildiğince. Mutlu olacaksın biliyorum bunu tüm kalbimle.  Kimsesiz günlerinin beş çocuklu annesiydin. Ne kadar yorgun bir o kadar güçlü kadındın sen. Bir son sihir istemiştim, beklemiştim senden. Olmadı, gösteremedin bitanem, tontonum. Anneannem olduğun için, o çelikten

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...