Ana içeriğe atla

''Zaman'' üzerine


''Zaman'' denilen delici, yok edici, öğütücü döngü ilerliyor hiçbir engele takılmaksızın. Tek hakim, tek güç o aslında neresinden bakarsanız. Henüz onu durdurabilecek bir düzenek icat edemedi ademoğlu.
Zamanın gücü karşısında saygıyla eğilirken başlar, aslında çok eziklik hissediyoruz bu önceden planlanmış, önceden sonu belli gidişat karşısında.
Efsaneler, ''ölmez otu''nun peşinden koşan kahramanların hazin sonlarını dillendirirken, ölümsüzlük ne kadar yakında iken Gılgamış'ın elinden sonsuzluğu kapan yılana mı intizar etmek gerekir, bilemiyorum. Zaman... Bu beş harfli kelime, kederleri, mutlulukları, sevinçleri, duyguları hapsederken içerisine, insan düşünmeden edemiyor doğrusu ne geniş bir haznen varmış ey zaman...
Yarı tanrı insanların vaktinden bugüne yarı şeytan insanların dönemine ne geçti zaman? Neleri götürdün hayattan, ne katıyorsun nefeslere ey zaman? Medusa söyle, sen taşa çevirirken bakışlarınla bedenleri, kestiğinde kafanı Perseus, kaldığı yerden devam etmedi mi zaman? Zaman, ''akmasın'' diye önüne konulan kayayı delip yoluna devam eden arsız, hırsız su misali...

Ey Utnapiştim, sendin tüm zamanlar içerisinde ölümsüzlüğün sırrına vakıf tek bilge. Söyle, verdiğin ölmez otunu yılan nasıl kaptı elinden Gılgamış'ın? O yılan değil miydi zamanın ta kendisi? Tartarus Dağı zaptedebildi mi Kronos'u, titanları? İnsanoğlu nasıl durdurabilsin zamanı? Ölümsüzlük peşinde kadim çağların, hınzır bilgeleri de anladılar sonunda bunun tek bir yolu olduğunu. Ölümsüzlük; kuşaklar boyunca, binlerce yıl boyunca telaffuz edilmesi adının ağızlarda. Gılgamış, sonsuzluk otunu kaptırırken yılana, o anda ölümsüzlüğü yakaladığının farkında mıydı ya da Büyük İskender keserken kılıcıyla hiç kimsenin açamadığı Gordion düğümünü, biliyor muydu 2014 yılında bu yazıya konu olacağını? Elbette bilmiyordu ama oldu işte. Ölümsüzlük bu değilse nedir? Zaman... Sen 5 harfine sığdırıken tüm dünyayı, bizim kocaman bedenlerimizin dışında neler kalıyor neler. Zaman... Nötr duygular taşıyorum sana karşı, çünkü beni de inceltiyorsun inceden.

Unutmadan adaletine güveniyorum bir de zaman. Yavaşça, sessizce tecelli eden adaletine. Ben de bekliyorum zaman, sessizce, sabırsızca... 
Özgür..
 
 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneme...

Sımsıkı sarılmıştın bana, sımsıcak, "oğlum dikkat kendine oralarda" diyerek. Son vedaydı, son sarılma, yanaklardan süzülen son damlalar. Bakamadım yeniden arabamın aynasından ayrılırken yanından. Biliyordum ki umutsuz gözyaşları ıslatıyordu yorgun, bitkin gözlerini . "Kurtul o makinelerle dolu hastane odasından" demiştim sana. Kurtuldun mu bitanem? Minicik bedeninin çektiği acılar bitti mi? Alnın akça pakça, yüreğinde kapanmamış hiçbir hesap kalmaksızın süzüldün gittin sana can verenin, seni anne, seni anneannem yapanın yanına.  Biliyorum orada da sevecekler seni. Sımsıcak kalbinle kavrayacaksın başka kalpleri. Söz verdi melekler, hiç bırakmayacaklar ellerini. Sonra içindeki genç kadın özgür artık alabildiğince. Mutlu olacaksın biliyorum bunu tüm kalbimle.  Kimsesiz günlerinin beş çocuklu annesiydin. Ne kadar yorgun bir o kadar güçlü kadındın sen. Bir son sihir istemiştim, beklemiştim senden. Olmadı, gösteremedin bitanem, tontonum. Anneannem olduğun için, o çelikten

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...