Ne kadar zor özlediğin gözleri başka gözlere emanet bırakmak. Hiç bilmeden, senden haberi olmadan yaşayıp gitmesini izlemek, ne zor. Telaşsız ama savurgan, incitmeden ama incinerek yaşamak ne zor. Kırışmış, buruşmuş, kitapsız intizarlar.
Onuncu mevsim geçiyor aralıksız… Kıyasıya bir mücadele bu, kaybedeni belli değil. Avare, biçare, bir bühtan sarmalında çaresiz kaçışlar… Hiç cevap verilemeyecek sorulara muhatap olmanın acizliği içerisinde kıvranan, soysuz arsızlık.
Gideceği gelişinden belli olan isteksiz huzur. Güneş karası, kızıl maviler sıkıştırırken yüreğini amansızca, kavilleşmek kalbinden akıp giden geçmişle. Düşlerin üzerine ağır bir demir kapı kapanırken yavaş yavaş, üzülmek ne anlamsız iyice çöken gurub vaktine.
Silkelenip ayağa kalkacak gücü hissetmiyorum kendimde. Ağır geliyorum kendime,
taşıyamıyorum. Gökyüzünü seyrediyorum sabaha karşı beş. Patlıyor derinlerden güneş,
utangaç bir mavi kaplıyor gökyüzünü. Sonra ardı ardına inceliyor, hırpani kıvrımları
bıçkınlığımın, keskinleşiyor giderek.
Sen çıkıp geliyorsun en sonunda. Ödünsüzce, hesapsızca… Binbir türlü kararsızlığa inat, binbir türlü tedirginliğe inat, sızıyorsun çatlaklarından ruhumun. Sonra büyümeye başlıyorsun bedenimde durmaksızın. Sen muammasın, gözlerimin önünde olup biten.
Sana sözüm var, haberin yok ama yorgunum biliyorsun. Beni mahçup etme yüreğime. Sen
sonsun bilesin. Sonrası ‘bahar’’ yok artık yeniden. Göç mevsimi, sınırsız…
Onuncu mevsim geçiyor aralıksız… Kıyasıya bir mücadele bu, kaybedeni belli değil. Avare, biçare, bir bühtan sarmalında çaresiz kaçışlar… Hiç cevap verilemeyecek sorulara muhatap olmanın acizliği içerisinde kıvranan, soysuz arsızlık.
Gideceği gelişinden belli olan isteksiz huzur. Güneş karası, kızıl maviler sıkıştırırken yüreğini amansızca, kavilleşmek kalbinden akıp giden geçmişle. Düşlerin üzerine ağır bir demir kapı kapanırken yavaş yavaş, üzülmek ne anlamsız iyice çöken gurub vaktine.
Silkelenip ayağa kalkacak gücü hissetmiyorum kendimde. Ağır geliyorum kendime,
taşıyamıyorum. Gökyüzünü seyrediyorum sabaha karşı beş. Patlıyor derinlerden güneş,
utangaç bir mavi kaplıyor gökyüzünü. Sonra ardı ardına inceliyor, hırpani kıvrımları
bıçkınlığımın, keskinleşiyor giderek.
Sen çıkıp geliyorsun en sonunda. Ödünsüzce, hesapsızca… Binbir türlü kararsızlığa inat, binbir türlü tedirginliğe inat, sızıyorsun çatlaklarından ruhumun. Sonra büyümeye başlıyorsun bedenimde durmaksızın. Sen muammasın, gözlerimin önünde olup biten.
Sana sözüm var, haberin yok ama yorgunum biliyorsun. Beni mahçup etme yüreğime. Sen
sonsun bilesin. Sonrası ‘bahar’’ yok artık yeniden. Göç mevsimi, sınırsız…
Yorumlar