Ana içeriğe atla

ÇEPEÇEVRE

Çevre, insanoğlunun faaliyetlerinin tümünü içerisinde yürüttüğü, hassas dengeler üzerine inşa edilmiş bir geniş yaşam platformu. Bu platform, dünyanın milyarlarca yıllık hayat döngüsü sürecinde hiç olmadığı kadar yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor. İnsanoğlu, son 1 asırdır hiç olmadığı kadar yiyip bitiriyor, eritiyor kendi yaşam alanını. Bunu anlamak öylesine güç ki. Sana karşı kendisini bu kadar cömertce sunan, kapısını ardına kadar açan doğa anaya bu kadar zulüm neden, anlamak güç dediğim gibi. Gömülüp kaldığımız, günlük hırslar, popülist duygular ve post kapma yarışı içinde avuçlarımızın içinden kayıp gidiyor kırlarımız, dağlarımız, ırmaklarımız, ağaçlarımız, floramız, faunamız... uzar gider bu liste daha. Bunların olmadığı bir dünyada, insan ne anlam ifade eder soruyorum size? Size sadece çelik ve demirden ibaret bir dünya yeter mi sanıyorsunuz? Bir elmayı dalından koparamayan el ne işe yarar ya da kırdan derdiği papatya demetini koklamayan bir burun... Farkında mısınız artık, ''şöyle bir kentin dışına kaçalım, temiz hava alalım'' diyebileceğimiz yerlerin sayısı da azalmaya başladı. Bu size üzücü geliyor mu? Hangimizin hoşuna gitmiyor ki televizyondan bile Karadeniz dağlarının zümrüt yeşilini seyretmek. ''Ah keşke oralarda olsam şimdi'' demeyen var mı aranızda? Aslında tüm bu anlattıklarımı bir kenara bırakın, asıl üzücü olan toplumdaki bu ''duyarsızlık'' değil mi? Düşünüyorum, düşünüyorum aklım almıyor. ''Tamam'' diyorum kendi kendime, insan para da kazanmak zorunda, üretmek zorunda belki bunun için fabrikalar kurmak zorunda ya da enerji için nükleer santraller, termik santraller. Birisi cevap versin, tüm bunların ne anlamı kalacak çevreyi tükettikten, nefes alacak, yaşayacak, gülecek, ağlayacak bir dünya kalmadıktan sonra. İşte bunu anlamıyorum. Günümüzde 1,1 milyar insan temiz içme suyu kullanımından yoksun yaşıyor. Her yıl yaklaşık 5 milyon insan temiz su bulamama nedeniyle yakalandığı hastalıklardan ötürü ölüyor. Dünyanın akciğerleri Amazon ormanları giderek nüfusları artan şehirlere yer açmak için metrekare metrekare katlediliyor. En önemlisi, dünya sera gazlarıyla baş edemiyor, her geçen günü ısınıyor iklim değişiyor, yağış rejimleri değişiyor. Seller, salgın hastalıklar, tsunamiler... Daha ne desin yerküre, nasıl uyarsın, nasıl sesini duyursun. İşte hepimiz okuyoruz, iklim değişikliğine ilişkin senaryoları. Neler olacak, neler olacak? Buzullar eriyecek, sular yükselecek, vektör kaynaklı, ''tarihe gömüldü'' dediğimiz hastalıklar patlayacak vs... Ama olsun bizim fabrikalarımız, nükleer santrallerimiz, termik santrallerimiz var ya, daha ne olsun. Dünyanın bu çığlığına kulak veren yok mu? Tabii ki var. Bir avuç çevre gönüllüsü. Bu insanlar, bize tercüman olmaya çalışıyorlar. ''Dünya şunu söylüyor, bizden bunu istiyor'' diyorlar. Duyan mı var? Belki duyarız bir gün diye umut etmek istiyorum. Ama şuna da güçlü bir şekilde inanıyorum. Dünya kendisine bu yapılanları asla cezasız bırakmayacaktır. İşte o gün geldiğinde biliyorum, hepimizin ağzında tek bir cümle olacak, ''Keşke 100 yıl geriye gidebilsek''...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneme...

Sımsıkı sarılmıştın bana, sımsıcak, "oğlum dikkat kendine oralarda" diyerek. Son vedaydı, son sarılma, yanaklardan süzülen son damlalar. Bakamadım yeniden arabamın aynasından ayrılırken yanından. Biliyordum ki umutsuz gözyaşları ıslatıyordu yorgun, bitkin gözlerini . "Kurtul o makinelerle dolu hastane odasından" demiştim sana. Kurtuldun mu bitanem? Minicik bedeninin çektiği acılar bitti mi? Alnın akça pakça, yüreğinde kapanmamış hiçbir hesap kalmaksızın süzüldün gittin sana can verenin, seni anne, seni anneannem yapanın yanına.  Biliyorum orada da sevecekler seni. Sımsıcak kalbinle kavrayacaksın başka kalpleri. Söz verdi melekler, hiç bırakmayacaklar ellerini. Sonra içindeki genç kadın özgür artık alabildiğince. Mutlu olacaksın biliyorum bunu tüm kalbimle.  Kimsesiz günlerinin beş çocuklu annesiydin. Ne kadar yorgun bir o kadar güçlü kadındın sen. Bir son sihir istemiştim, beklemiştim senden. Olmadı, gösteremedin bitanem, tontonum. Anneannem olduğun için, o çelikten

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...