Ana içeriğe atla

KAPATMAYALIM GÖZLERİMİZİ

Destek verelim yüreğimize, bir omuz da biz atalım yeter. Bakın neler değişecek, göreceksiniz. Belki ırmaklar yine ışıl ışıl akacak, belki ormanların yeşili gürleyecek yine gökyüzüne ya da hayat bulacak Tuz Gölü yeniden. Telli Turnalar geri dönecek belki, belki dağlarımızda Pars göreceğiz eskisi gibi. Sulak alanlar kurumayacak, göçmen kuşlar ''burada konaklayacak yer kalmadı'' deyip üzerimizden geçip gitmeyecek, yazlar yaz gibi kışlar kış gibi olacak yeniden belki. Tüm varlığımızı, yaşamımızı borçlu olduğumuz topraklarımız avuçlarımızdan kayıp giderken, bir fidanla ''dur'' demek mümkün olacak belki erozyona. Belki diyorum, pırıl pırıl bir gökyüzü mümkün yeniden ya da içerisinde kükürtdioksit, partikül madde olmayan bir soluk alabilmek. İşte o gücü, omuz verecek gücü kendimizde bir bulalım yeter. ''Türkiye Kyoto'ya taraf ol'' diye bağırmak ya da bir balina katledilirken herhangi bir okyanusun herhangi bir karanlık derininde, göz yaşı dökmekle başlamak gerek uğraşa. Destek verelim yüreğimize veya dünyayı tükenme döngüsünden kurtamaya çalışan ufacık bir çabaya... Kapatmayalım gözlerimizi olan bitene kendimiz için, çocuklarımız için, yarınlarımız için...

Özgür Çoban

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Anneanneme...

Sımsıkı sarılmıştın bana, sımsıcak, "oğlum dikkat kendine oralarda" diyerek. Son vedaydı, son sarılma, yanaklardan süzülen son damlalar. Bakamadım yeniden arabamın aynasından ayrılırken yanından. Biliyordum ki umutsuz gözyaşları ıslatıyordu yorgun, bitkin gözlerini . "Kurtul o makinelerle dolu hastane odasından" demiştim sana. Kurtuldun mu bitanem? Minicik bedeninin çektiği acılar bitti mi? Alnın akça pakça, yüreğinde kapanmamış hiçbir hesap kalmaksızın süzüldün gittin sana can verenin, seni anne, seni anneannem yapanın yanına.  Biliyorum orada da sevecekler seni. Sımsıcak kalbinle kavrayacaksın başka kalpleri. Söz verdi melekler, hiç bırakmayacaklar ellerini. Sonra içindeki genç kadın özgür artık alabildiğince. Mutlu olacaksın biliyorum bunu tüm kalbimle.  Kimsesiz günlerinin beş çocuklu annesiydin. Ne kadar yorgun bir o kadar güçlü kadındın sen. Bir son sihir istemiştim, beklemiştim senden. Olmadı, gösteremedin bitanem, tontonum. Anneannem olduğun için, o çelikten

Bu mektup sana...

Kömür karası gözlerinin arasına sıkışıp kalmış gönlümü kurtarmak mümkün mü? Yüreğine çekildin, sımsıkı kapalı kapılar. Bir ışık bekliyorum bilesin. O sımsıkı kapalı kapının ardından sızacak minicik bir ışığı bekliyorum. Gülerken ağlıyorsun farketmedim mi sanıyorsun? Hissetmek o kadar zahmetsizce, zorlanmadan kalbindeki isyanı, ne kolay biliyor musun? Mutluluk çiçekleri açmıyor artık senin topraklarında. Kendini mahkum ettiğin çıkmazdan kurtulman bu kadar zor mu? Duygularına vurduğun prangaları sök at ne olursun. Sen mutlu ol yeter ki varsın yansın dünya. Hayatın seni kavramasını daha ne kadar engelleyebilirsin söyle bana? Kavradı yaşam belki de seni gönlünün en gizli, hisli yerlerinde, bunu kabul etmek istemiyorsun. Neden bir ses çıkmıyor, neden kapılar kapalı sımsıkı? Anlıyorum seni, silmek zor gönülde yıllardır birikmiş, kederin eşlik ettiği yalnızlığı. İçten içe açılmış, hiç kabuk bağlamamış, derin yaraların izlerini yok etmek zor. Kaldır başını artık kubbelerin arasından, yüreklice

Başlıksız...

Varsıl sevdaların bitmez sanıldığı, keşmekeşlerin sinsiliğinden uzakta bahtiyar hayatların yakınında bir umut... Çürümüş yelkovan ile akrepten medet uman, paslanmış hislerin esaretinden azat olmak. Ciğersiz, kalıpsız sevdaların azap dolu serzenişlerini görmemezlikten gelmek. ---o--- Işığı görmek belki de her hüznün ardında... Hangi ayrılık, hangi kopuş bu kadar yaralar? Hangi gidiş bu kadar acımasız, bu kadar yalan? Hangi veda bu kadar umursamaz, bu kadar gamsız? Kalben çöküş, inciniş...