Sınırsız bir kalp ağrısı saplanmış kalmış kimsesizliğimin tam orta yerine. Çivisi çıkmış sensiz süregiden kahırların. Nefes daha da koyulaşırken arkasında durulması zor yeminlerin gölgesinde, sırnaşık mevsimlerin omurgasız sızlanmalarının arasından akıveren bir sıcak tebessüm senin mavi gözlerin. Böylesine yaman bir gidişatın yarattığı sersemliğe teslim olmamak adına harcanan bedenler.
O mavi bakışlardan süzülen, bedeli çok öncelerden binlerce kez ödenmiş, en saf haliyle naif bir kalpten damıtılmış sevgiye direnmek ne kadar zor. Hani olmasa, olmasa o mavi gözlerin ne anlamı var adamlığımın ya da ne anlamsız sensiz…
Söyle, bir yüz yıl daha geçer mi seni unutmaya çalışarak? Söyle bir yüzyıl kadar uzun mu?
-0-
Hayatın silip süpürdüğü kalplerin sızısını incinmiş benliklere anlatmak o kadar kolay değil. Yürürken yılları, hiç bitmeyecek sanmanın verdiği garip hazzın tüketen renklerine kanmamak da öyle. Kapıp kaçıveren utangaç bakışlar ya da bir kelebek misali dudağın kenarına konup uçuveren mahçup tebessüm kadar naif, saf, kırılgan olmak…
Öyle bir bağırsam ki ciğerlerim patlarcasına pencerendeki Kiraz kuşu duysa havalansa. Kusmak sonra keskin kinleri ve cevapsız sevdaları yürekten. Binlercesi birikmişken en hülyalı sevileri gözlerimin ucuna, bir tekini sana bakamamak… Hani bir kere sıyrıldım, kurtuldum diyelim bu berbat kuytuluktan. Ne gelir elden?
Yerle bir olmanın ahenkli uğultusundan yılmanın kaprisli bunaltısını yaşıyorum. Bitmiyor, biliyorsun, anlıyorsun. Kırılmıyorsun değil mi? Ağzım buruluyor, bu bozuk denge yiyip bitiriyor.
Karmakarışık, kemikleşmiş, büyük bir labirentte, her yol sana çıkıyor.
Hani olmasa, olmasa o mavi gözlerin ne anlamı var adamlığımın ya da ne anlamsız sensiz…
O mavi bakışlardan süzülen, bedeli çok öncelerden binlerce kez ödenmiş, en saf haliyle naif bir kalpten damıtılmış sevgiye direnmek ne kadar zor. Hani olmasa, olmasa o mavi gözlerin ne anlamı var adamlığımın ya da ne anlamsız sensiz…
Söyle, bir yüz yıl daha geçer mi seni unutmaya çalışarak? Söyle bir yüzyıl kadar uzun mu?
-0-
Hayatın silip süpürdüğü kalplerin sızısını incinmiş benliklere anlatmak o kadar kolay değil. Yürürken yılları, hiç bitmeyecek sanmanın verdiği garip hazzın tüketen renklerine kanmamak da öyle. Kapıp kaçıveren utangaç bakışlar ya da bir kelebek misali dudağın kenarına konup uçuveren mahçup tebessüm kadar naif, saf, kırılgan olmak…
Öyle bir bağırsam ki ciğerlerim patlarcasına pencerendeki Kiraz kuşu duysa havalansa. Kusmak sonra keskin kinleri ve cevapsız sevdaları yürekten. Binlercesi birikmişken en hülyalı sevileri gözlerimin ucuna, bir tekini sana bakamamak… Hani bir kere sıyrıldım, kurtuldum diyelim bu berbat kuytuluktan. Ne gelir elden?
Yerle bir olmanın ahenkli uğultusundan yılmanın kaprisli bunaltısını yaşıyorum. Bitmiyor, biliyorsun, anlıyorsun. Kırılmıyorsun değil mi? Ağzım buruluyor, bu bozuk denge yiyip bitiriyor.
Karmakarışık, kemikleşmiş, büyük bir labirentte, her yol sana çıkıyor.
Hani olmasa, olmasa o mavi gözlerin ne anlamı var adamlığımın ya da ne anlamsız sensiz…
Yorumlar